Bugün kendimi sokaklara attığımda üzerimde evden öylesine bulup giydiğim şeyler vardı. Aylardır bir iki kez giyindiğim veya belki de hiç giyinmemiş olduğum eski bir kot, üzerimde eski sarı bir t-shirt. Dışarıda deyim yerindeyse "zibidi" gibi dolaşma ihtiyacı hissettiğimden (evet, ihtiyaç hissetmek) o halde sokağa çıkıp, gözüme kocaman Woody Allen'ınkilere benzer güneş gözlüğümü takıp, kulaklıklarımla arkadaşım S.'ün evine ilerlerken açıp da dinlemeyi istediğim tek şarkı Deerhunter'ın Agoraphobia'sıydı. Bütün gün, müzik dinleyebileceği her an (yalnız olduğum her an anlamına geliyor tabii bu) bu şarkıyı dinledim, mırıldandım. Hatta en son evimin sokağına girerken bağıra bağıra söylüyordum bile.
Bu şarkıyı nasıl dinlemeyi sevdiğimi anlatmaya geldim gece gece işte. Gözlerimi kısıyorum yavaş yavaş sonra kapanıyor şarkının girişiyle. Başım belli belirsiz öne arkaya sallanmaya başlıyor sonra. Gözlerimi ilk kelimeyle birlikte açıyorum sanki büyük bir sürprizin beni karşılayacağını biliyormuş gibi. İnanmayabilirsiniz ama gördüğüm her şey o anda bu şarkıyla beraber sürpriz oluyor. Sonra kendimi müziğin içinde, sözlerin 6'ya 6 kapatılmış odalarında bir uca kıvrılmış gülümseyerek uyur numarası yaparken buluyorum. Küçükken anneannemlerde kalmayı çok sevdiğimden annem ve babam beni almaya geldiklerinde uyur numarası yaptığım o anlara dönüyorum adeta. O zaman da onlar bana bakarak "Ö. de uyuyor, burada kalsın madem öyle" dediklerinde gülümsermişim şapşal şapşal çocukça. Tam orada o zamanki gibi işte. Bu şarkı da sanırım öyle bir andan bahsediyor, ölmekten ziyade. Kendi köşesinde gülümseyerek anılardan, hafızalardan, hayattan kendiliğinden silinip gitmek, bunu yaparken bir çocukluk anısının içine gizlenmiş o mutluluğun yarattığı hüzünle gülümsemek, bir sonraki adımının bir öncekini silmesinin verdiği huzur ve giderek görünmez hale gelmek kadar güzeli yok diyorum. Sonra susmak çünkü kelimelerin anlamlarını yitirdiğini farketmek. Kapalı gözün gördüğünün açıkken gördüğümüzden fazla oluşu karşısında kifayetsiz kalmak ve zaten bununla yetinebilmek...
Alakasız gibi gelecektir belki size ama sonra aklıma geliyor en sonunda; Auster'ın New York Üçlemesindeki The Locked Room'dan bir yere rastlıyorum zihnimde. Tesadüf oki şarkının adı ve kitabın adı tam olarak uymakta. Sonra sözlüğe bir bakıyorum, orada duruyor bu sözler. Mutlu oluyorum.
"if i say nothing about what i found there, it is because i understood very little. all the words were familiar to me, and yet they seemed to have been put together strangely, as though their final purpose was to cancel each other out. i can think of no other way to express it. each sentence erased the sentence before it, each paragraph made the next paragraph impossible. it is odd, then, that the feeling that survives from this notebook is one of great lucidity."
İçimden geçen cümleleri bir Paul, bir de bazen bazı şarkılar tam olarak ifade edebiliyor gibi geliyor bazen.
sesli meram 484 -- հանգուցավոր
2 gün önce
0 saçmalayan daha çıktı:
Yorum Gönder