Çarşamba, Ocak 02, 2008

Perfect Neglect in a Field of Statues

Öncelikle başlığımız pek manidar ama anlayana. Eluvium'un bir şarkısı bu. Müziğimi paylaşmaktan ilk kez ve son kez bu kadar mutluluk duyduğum o insanın bu şarkının içine onu her dinleyişimde Bebek'teki bir sabah kahvaltısıyla umarsızca atlayıvermesi ne zaman sonlanacak acaba? İçimde bir yerlere değmese sorun yok ama olmuyor.

Bir arkadaşım bir ilişkisinden bahsetti dün gece bana. Sakin sessiz, huzurlu bir ilişki olduğundan ve hiçbir sorunun yaşanmadığından da bahsetti. Beraberken geçen hiçbir kötü anlarının olmadığını, her şeyin güzel güzel ilerlediğini ama artık belli nedenlerden ilişkinin bitmesi gerektiğini söyledi. Sonra da dedi ki, "Ayça'nın bu videosunu izlerken veya böyle güzel bir müziği dinlerken, güzel bir anı yaşarken aklıma gelen kişi o değil hep daha sorunlu bir ilişkimizin olduğu "x" ". Kabullendim ben de. Benim için de aynı şey geçerli.

O kadar doğru ki midem bulanıyor artık "ilişki" lafını duyunca bir yerlerde. Kimseyle beraber olmak istemiyorum bu yıl. Kimseyle öyle bir ilişkim olmasın. Kimse bana "Seni seviyorum." demesin çünkü zerre kadar inanmayacağım. Ne de olsa zamanı geldiğinde her sözün ardına bir bahane saklayacak hale geliyor herkes. Bunu biliyor olmak bile rahatlatıcı; ya bazıları gibi sürekli "bilmiyor" olsaydım.

Sinirliyim çok. Kendime ama. Hala bir şeyleri takip etmemdeki salaklığa sinirleniyorum. Hala sözcüklerin ardına canımı delice yakacağını bilsem de anlam yerleştirmeye çalışmama sinirleniyorum. Başkaları istediğini yaşasın. Bir şeylerin hacimleri, kütleleri ağırlaşıp hafifleşedursun. Bunları takip ediyor olduğum için "Allah da benim belamı versin" dedim Korhan'a. Evet ya; versin.

Ama sanırım bir amacım var bunları yaparken. Ne kadar yol aldığımı görmek için dönüp dönüp geriye canımı acıtmaya çalışıyorum. Canım hala eskisi gibi mi acıyor yoksa daha mı az onu deniyorum.

Durum o kadar da kötü çıkmadı. Suyun içinde şişen pirinç misali, içine yerleştirdiğim sulu anlamlarla daha da büyüyen bir metni okurken, içimdeki acının eskiye göre daha da hafiflediğini kanıtladım kendi kendime. Dağılmam gereken anlamlarla, sadece uflayıp puflayarak başedebildim. Ağlamadım. Bir an için, "ben bu kadar anlam yüklüyorum, öyle değiller aslında senin düşündüğün kadar acı verici değil durum" diye düşündüm. Ama bu düşüncenin beni hiçbir yere götürmeyeceği belliydi. Ne olacaktı ki benim düşünüp de üzüldüğüm kadar olmasa hiçbir şey. Tamamen benim kendime acı vermek için kurduğum bir öykü olmasa noolurdu?

Allah benim belamı vermesin o halde. Ama illa ki bir şey vermek istiyorsa, sabır, akıl gibi aklı başında öğeleri katabilir hayatıma zira kendileri bir süredir bir şeyleri dindirmek için güçlerini sömürdüğüm kaynaklar. Her an tükenecekler diye endişelenmekten yoruldum.

Her şeyi bırakıp 8 Ocak'ı bekliyorum. Bir öngörü ustasının dediği sözler dışında bir beklentim olmasın istiyorum.

Ha bir de aklıma gelmişken, Schopenhauer'ın bu dönemde yaşasaydı, "emo" olacağını biliyor muydunuz?

Şaka şaka. Gülün hadi.

0 saçmalayan daha çıktı: