Yine gece yarısı uykusuzluk zamanlarıma dönüş yaşıyorum. Bir yaştan sonra özlemek denilen şeyin ne olduğunu, özlem duyduğum şeylerin giderek artmasına bağlı olarak deneyimlemekteyim. Sanırım insan büyüdükçe hayatına aldığı şeyleri veya yaşadığı anları delikleri daha sık olan eleklerden geçiriyor olmalı ki, o deliklerden içe sızanları daha çok içselleştiriyor ve özlüyor.
Tıpkı zamanında Dream for Light Years in the Belly of a Mountain adlı muhteşemliği hayatıma aldığım vakitlerde veya heyecanlı bir anı koku, tat, imge, doku, his olarak bir bütün haline kodladığım zamanlarda olduğu gibi. Artık hayatıma giren şeyleri "seviyorum" diye niteliyorsam bu 20 yaşımdaki "seviyorum"umdan, hatta iki sene önceki "seviyorum"dan bile farklı olacak.
Velhasıl nasıl oluyorsa bazı şeyleri öyle bir yere koymuşum ki, onlar ne yapılırsa yapılsın izleri silinemiyor. Bana bozuk bir hafıza kartıymışım gibi hissettirseler de, kendimi bir bütün olarak "ben" gibi hissettiren şeyler onlar. Sokaklarında yürüken kendimden ve müziğimden başka hiçbir şeye ihtiyaç duymadığım bir şehir gibiler. O şehirler ne kadar uzaklar, ne kadar güzeller.
Bu şaheser Sparklehorse şarkısını ne zaman açsam dinlesem, ki çok uzundur dinlemiyordum ruhumda yarattığı tahribattan ötürü, böyle hislerle doluyorum. İnsan gibi hissetmediğim zamanlarımın, yaraya tuz basarak acıtıp insan olduğumu hatırlatanıdır bu şarkı olsa olsa. Yaşadığını ya acı çekerek ya da düşünme eylemini paralize ettirecek kadar mutlu olarak fark eden bir insan olarak bu saatten sonra hayatta özleyebilecek başka bir şeye ihtiyacım var mı bilmiyorum. Bu aralar buralara bir şeyler yazmıyorsam da bu ve bunun gibi bir çok şeyi bilmeyişimdendir diyorum. "Bilmiyorum" kelimesini bu kadar sıklıkla kullanmanın mide bulandırıcı yan etkilerini başkalarına yaşatmaktan tedirgin oluyorum. Kimsenin canını ne intikam almak için ne de her şeyi ince detayına kadar incelemeye çalışan bir insan olarak arada bir yorulup düşüncesizlik yapma ihtiyacımı karşılamak için yakmak istemiyorum. O yüzden bazılarını umursamıyorum, kendim de dahil olmak üzere.
Ama yeter ki bana böyle şarkılar dinletmeyin. O zaman susamıyorum. Mutlaka kendimi ifade edecek bir yola ihtiyaç duyuyorum. Yanımda birisi varsa bazen konuşuyorum bazen içime akıtıyorum tüm sözleri. Geçen gün gördüğüm lamba gibiyim aslında. Bu lamba aslında ufak bir ampul. Yalnız içine kan damlatıldığındal yanacak şekilde tasarlanmış. Ben de işin içince biraz kan olmadıkça aydınatmıyorum etrafımı, yazamıyorum, ifade edemiyorum. Bu şarkılar kesikleri ne kadar derinleştirirse, o kadar konuşuyorum, yazıyorum.
Bu kadar ifade yeter deyip, dakikalarca bu yazıyı bana yazdıran şarkıyı buraya ekleyeyim istiyorum ki hep beraber canımız yansın, hırpalanalım, insan olalım, değil mi?
2 saçmalayan daha çıktı:
Bu şarkıyı ve bu şarkıyı sevenleri ayırıyorum, ölünce lazım olabilirler.
Ben de aynını yapıyorum desem? Bir de Egon'cular var tabii. Siz çifte kavrulmuş lokum gibisiniz gözümde :)
Yorum Gönder