Perşembe, Haziran 25, 2009

"I can't get out of what I'm into with you"



"Hıhı evet, öyledir tabii" demek istiyorum bu soldakine.

Bu başlıktaki de ne güzel bir sözdür bir de. İnsan o sözün içinde kaybolmak istiyor. Zaten kayıpken bir de bu cümlenin içinde kaybolmak sonsuz bir derinlik hissi veriyor. Bu da hayatta ulaşamayacağım bir nokta sanırım.

Sonra da, bu aralar neden bir şeyler yazmadığıma gelirsek eğer, bunun nedeni bu aralar bir türlü kafamı şu gezi işinden ayıramamamdır sanırım.

Öncelikle planlarım ilginç bir hale geldi. Yıllardır görüşmek istediğim ve fakat görüşemediğim bir arkadaşım olan O., Almanya'lardan arabayla gelip beni havaalanından alıp, benimle gezmek gibi bir teklifle karşıma çıktı. Kendisi Radiohead biletini aldı bile. Bu kısım pek eğlenceli. Onun dışında Viyana'da 19 Ağustos'ta Deerhunter konseri var. Ona da gitmeyi delice istiyorum. Kendileriyle bir röportaj yapmadan dönmek istemiyorum bu kadar yakınken birbirimize. O yüzden ilk Viyana'ya gidesim var. Aslında Prag'da ilk buluşup Viyana'ya da geçebiliriz. Neyse. Böye düşünceler var aklımda işte. Onlar varken başka hiçbir şey üzerine düşünesim yok açıkçası. Bir de buraya yazıp tüm bu detayları kimsenin canını sıkmak istemem.

Bir de bugün başka güzel bir haber aldım ki sevgili G. Bey mutlu mutlu beni aradı. Master işleriyle ilgili şahane bir haber verdi. Sanırım bugünümün bir saatini telefonda konuşmaktan aslında hiç hazzetmeyen bir insan olmama rağmen gülümseyerek ve hatta kahkahalar atarak telefonda kendisiyle konuşarak geçirdim. Daha da konuşurduk ama kendisinin ortadan ikiye çatlamasını önlemek için konuşmaya bir ara vermek durumunda kaldık. Bir zamanlar jeoloji mühendisliği kazanan ama gururlu bir genç vardı. Şimdi üstüne para veriyorlar master yapması için. Ho ho ho.

Moleskine delisi bir insan olarak uzunca bir süredir yazı yazmıyordum deftere. Zaten bitmişti bir tanesi. Aslında bitmemişti ama içindekilerin yazıldığı zamanlara ait iyi veya kötü hislerle yazılmış kelimelerin hepsinin istisnasız unutmak istediğim dönemleri bana hatırlatması sebebiyle son birkaç sayfası boş bırakılmış halde duruyordu. Ben de o sayfaları öyle bırakmak istedim zira bir süredir defterlere yazdığım her iyi şeyin tepe taklak olduğunu ve her kötü şeyin ise kendi tepe taklaklığının hakkını verircesine gerçekleştiğini gördüm. "I've seen it all" gerzekliğine kapılmış bir haldeyken kendimi gizli gizli yazmalar konusunda felç etmekten başka çarem yoktu. Ben istedim bir süre kendi kendime gizlice sayıklamaya ara vermeyi. İyi de oldu diye düşünüyorum.

Tam bunlar dönüp dururken kafamda, kitaplığımın rafındaki moleskinelerden bir tane yanıma aldım bir sabah; iki hafta önceydi sanırım. Seğmenler'de tek başıma geçirdiğim bir öğleden sonrası akşama doğrusunda çimlerin üzerinde yeşil yeşil otururken ve minik taşınır hoparlörlerimin kulaklarından The Clientele sesleri çıkarken, tekrar başladım yazmaya. O zaman yazmak dünyanın en doğru şeyi gibi geldi. Ama o ilk yazıdan sonra yine yazmamaya karar verdim. Bu defterin akıbetinin de diğerine benzemesinden korktuğumdan sanırım. O yüzden ne hedef, ne sonuç, ne istek, ne de istemediklerim o deftere girecek diye bir karar almış bulunmaktayım. Ha ne yazacaksın derseniz bilmiyorum ben de. Günlükten daha çok "anlık" olacak içeriği sanırım. O sırada aklımda olan şeyleri yukarıda yazdıklarımdan oluşan bir süzgeçten geçirildikten sonra oralara dökülecek. Sızma zeytinyağının tadı kimseyi hayalkırıklığına uğratmamıştır herhalde.

The Clientele demişken, Alasdair'ı en son dalga geçercesine verdiği uyuşturucu demeçleriyle konuk etmiştim odaya ama bu sefer birkaç gün önce okuduğum bir haberin üzücülüğüyle tekrardan anmak istiyorum kendisini ve o şahane grubu. "Anmak" dedim zira aynı anda hem açık pencerelerden sızan rüzgarla salınan tül perde hafifliğinde hem de koca bir dağ ağırlığında içe oturan sözlerle beni oralarda buralarda gülümseten ama bana ne yaparsa içine hep hüzün de katmış olan bu grup şu an üzerinde çalıştıkları yeni bir albümle müzik hayatlarını sonlandıracaklarmışmış. Ama Alasdair bu yeni albümün, grubun herhangi bir albümünden daha vurucu, daha insanın içine hayaletler sızdıran ve bu zamana dek yaptıkları en etkileyici albüm olacağı şeklinde sözler de etmiş. Dinleyip "Naaptınız yieaa" diyesim var. "Yieaa"ları hayatıma sokan Y. de çok sever onları. Y. bu adamlar da bitiyor "yieaa".

Grizzly Bear'a kendimi adamış haldeyim bir de. Başka bir şey dinleyesim yok. Bu kadar güzel bir albüm dinleyeceğimi hiç düşünmezdim bu adamlarla ilgili. Veckatimest'teki işçiliği her dinlediğimde daha çok takdir etmem ve her dinleyişte farkında olmadığım bir ayrıntıyı fark edip saniyesinde hastası olmamın mucizeliğinde bu yazıyı bitirmek istiyorum. Zira ben bile sıkıldım yazmaktan, sen nasıl bıkmadın. Öeah!

0 saçmalayan daha çıktı: