Perşembe, Aralık 25, 2008

En Sevdiğim Albümler / 2008

Şimdii...

Bir süredir deyip deyip duruyordum bu yılın en sevdiğim albümlerini sıralayacağım diye. Bugün bu, yarına da şarkılar hazır olacaktır. Hemen geçelim lafı uzatmadan.

1- Deerhunter - Microcastle/Weird Era Cont.

Şimdi bu albümle ilgili ne yazsam ne etsem azdır diye düşünmekteyim. Bir kere beni hüzünlendirmeden kendini bu kadar sevdirebilmesi benim için büyük bir başarı zira genelde bir albümü veya bir grubu sevmemin kriteri beni ne kadar hüzünlendirdiği oluyor. Salaklığımdan kaynaklanıyor olabilir bu ki evet kesinlikle salaklığımdan kaynaklanıyor çünkü mutlu olmayı veya mutluluğu ve yenilikleri deneyimlemeyi hedeflemek varken, olan bitenin ardından üzülmek veya vızıldamak, şimdiyi yaşamak varken geçmişe takılıp kalmak hakikaten büyük ahmaklık. Bu sene de bunu bilmemkaçıncı kez anladığım ve sırf anlamış ve farketmiş olduklarımı unuttuğum ve her seferinde yeniden keşfediyormuş gibi bahsettiğim için o çok övündüğüm fil hafızam aslında geniş bir ölçekte bakıldığında balık hafızasıymış diye farkındalıklara uçtuğum bir sene oldu.

Velhasıl bu albüm hüzün, mutluluk, huzur gibi kavramların hepsini arabesk bir brutallikte değil de naif ve abartmadan verebilmesine rağmen bu sene en çok dinlediğim albüm bu albüm oldu. Zaten Reset'e de yazmıştım albümle ilgili düşünce ve hislerimi. Pitchfork adileri de 9.2 verdiler ki sene sonu staff listelerinde de beşinci sıraya koydular buna rağmen. Teessüf ediyorum buradan kendilerine, Fleet Foxes'ın mırıltısından daha mı kötüydü be bu albüm! Neyse; dinlemeyen varsa kendini ya en yakın pencereden aşağıya atsın ya da albümü bulup dinlesin.

2- Glissando - With Our Arms Wide Open We March Towards The Burning Sea

Bu albümü bana limbo-pillow sahibi dream endless önermişti ve albümü daha dinlemeye başladığım ilk andan itibaren çok sevip, her dinlediğimde 2002 yılında Pazartesi Cafe'de onunla tanışmamızı sağlayan şey her ne ise ona şükrettim ve ediyorum da hala. Ben bu albüm hakkında sessiz kalmak istiyorum çünkü yukardaki Deerhunter'ı beğenme nedenimden bahsederken salaklığıma dair ne dediysem, o salaklıkları körükleyen bir albüm olduğundan listemin ikinci sırasındalar. Yani mainstream divina müzik zevki gibi bri şey var ise bu albüm bunun en tepesindeydi bu sene. Floods, Grekken ve en sonda tüm albümün yankısı olan Our Flags Wave And Our Arms Are Around Another's Shoulders canımın yandığı her an kulaklarımda, aklımda, içimde bir yerlerde dokundu bana. Dokunduğu yerleri de daha çok yaktı işin kötüsü. Şimdilerde ise Şubat başı kendilerini canlı Londra'da izleyebilme olasılığımı düşünüp canımı canlıcanlı yakacaklarını düşünüp mutlu oluyorum. Bir köşede gözyaşlarınızla oturmak, somurtmak istiyorsanız dinleyin; istemiyorsa da dinleyin.

3- Atlas Sound - Let The Blind Lead Those Who Can See But Cannot Feel

Bu albümü de Haziran'da bilmemkaç ay önceden Deerhunter'ın Microcastle'ını dinlediğim vakitlerde dinlemeye başladım. Bu Bradford Cox'ın farklı bir projesi. Ama ne proje!

"I'm waiting to be changed" dedikçe Bradford ben burada bunu gerçekleştirmeye çalışandım son altı aydır. Sonunda becerdi ama bunu yapmayı bu adam. İlk kez canımın sıkılmasını sağlamayan albümleri senelik albüm listemin birinci ve üçüncü sırasına yerleştirdi. Ben kendisini utanmasam Thom Yorke'den daha başarılı sayacağım ama Thom'la geçen yıllarımızdan utandığımdan pek onun yanında sözünü etmiyorum. Neyse ki Türkçe bilmiyor ve bu satırları okumayacak... Neyse... Sadece Quarantined yeter zaten dinlemeniz için. Hazy bir hava ve ardında güzel parlak sesler ve shoegaze'in alabileceği en güzel hal sanırım bu albüm için en kısa tanımım olabilir.

4- Portishead - Third

Farkındaysanız, bir öyle bir böyle gidiyor liste... Portishead zaten nerdeyse hatırlamadığım bir zamandan kalma gruplarımdan biri. Sanki ben doğdum ve Radiohead gibi Portishead dinlemeye başlamışım gibi hissediyorum bazen. Bu albümü eleştiren de oldu çok seven de. Ben tam da eleştirilerin olduğu yerlerden sınava tabii tuttuğumda bu albümü, hiç kopya çekmeden geçiverdi kolaylıkla. O üçüncü olacağım demişti ama dördüncüsü oldu sınıfın; olsun. Üç dört ne farkeder... The Rip ilk anda vurmuştu, sonra Magic Doors'ta Beth o ölümcül sözü söyledi: "I don't know who I'm meant to be"... Buradaki nice post bu söz ve bu albüm eşliğinde yazıldı zaten... Albümle ilgili konuşurken üç nokta koyma ihtiyacını öngördükleri için mi adı "third" bilememekteyim ama çok güzel albüm bu ya!

5- Mogwai - The Hawk Is Howling

Bu senenin en keyif veren albümlerinden biri Pitchfork adilerinin 4.5 verdiği son Mogwai albümüydü benim için. Eskisi kadar titreştiremediler belki içimi. Bir Take Me Somewhere Nice çıkmadı bu albümden belki ama I Love You, I'm Going To Blow Up Your School ismiyle eski bir rüyayı çağrıştırdı ve I'm Jim Morisson, I'm Dead acaip zamanlarıın fon müziği oldu ve The Sun Smells Too Loud Sigur Ròs'un kişisel tarihimden silmek istediğim ve sadece bir kez tam olarak dinleyebildiğim o albümünün çıkış tarihi civarlarında gülümseten harika ve beklenmedik bir şarkı oldu... Sonuç olarak Reset'e bir yazı yazdım ve sevdiğimi buradan ve oradan ve her yerden deklare ettiğim, kendilerine dair saygımı ve sevgimi kat kat arttırmış bir albüm oldu The Hawk Is Howling.

6- The Walkmen - You & Me

Bu albüm ise aslında Deerhunter'ın Microcastle/Weird Era Cont. albümünden sonra bu sene en çok dinlediğim albümdü. Albümdeki her şarkı birbirini öyle güzel takip ediyor ki, albümü dinleken sırayı bozmamak ve hatta albüm bitmeden başka birilerini dinlememeye imtina ediyorsunuz. Bağırış çağırışlarla dolu bir Hamilton vokali (evet adı Hamilton), eski bri garajda kaydedilmiş duran müzikle birleşince sonuç senenin başka hiçbir albüme benzemeyen The Walkmen'in You & Me'si oluyor. Reset'e yine yazdığım bu albümü önümüzdeki günlerde bir yolculuk esnasında dinlemeyi ve üzerimde bıraktığı etkileri birkaç katına çıkarmayı düşünüyorum.

7- July Skies - The Weather Clock

Yine bir limbo-pillow buluşu olan bu albümü tarif etmek istemiyorum. Bu sene çıkıp da gözünüzden kaçması en olası albümlerden biri sanki. Library Tapes ve Piano Magic'in plak şirketi Make Mine Music'ten çıkmış bir albüm bu. İlk gitarını 1998'de almış ve müzik yapmaya başlamış bir adamdan söz ediyoruz burada. Ambient ve "hazy" diye tabir etmekten pek hoşlandığım ve "hazy"nin Türkçe karşılığının nedense aklımda İngilizce olanının oluşturduğu kavramın içini dolduramamasından dolayı bana kendimi yedirten bir albümdür bu. One Morning In May albümdeki en sevdiğim şarkı. Geçende zaten bir mixtape yamıştım hatırlayan olursa, oraya da eklemiştim. Fakat "en sevdiğim" gibi bir tabiri yapmaktan da kaçınmaya çalışıyorum sözkonusu bu albüm olunca çünkü her şarkı birbirinden farklı deneyimler yaşatıyor insana. "Hadi hadi kalk, bu şarkıyı dinlerken yerinde oturup eskilere etiketleme, yeni bri şeyler dene, onların olsun" diyor albüm. Keşke hayat bu albümün sıra sıra şarkılarıyla hissettirdiği kadar kompakt bir yoğunluğa sahip olsaydı... O zaman sanırım hepimizin hayatı 36.4 dakika olurdu.

8- Balmorhea - River Arms

Bu albüm hakkında yorum yapmasam da olur. Çok seviyorum ve doğumgünümden bir gün önce 4 Aralık 2007'de çıkmış olsa bile, arada kaynamasın istediğim bir albüm bu. Daha fazla bir şey demeye gerek duymuyorum. Dinleyen dinlesin.

9- Pornopop - And The Slow Songs About The Dead Calm In Your Arms

Sigur Ròs eksikliğinde imdadıma yetişti resmen bu albüm. İzlanda'nın havasından mı suyundan mı geyiklerine girmeyeceğim. Evet, farklılar ve biz onları öyle seviyoruz, tıpkı Mark Darcy'nin Bridget Jones'u "olduğu gibi sevdiği" gibi. Bir gün bu İzlandik insanların yaptığı müziği sevdiğim gibi coşkulu başka birini seversem ve öyle bir karşılık da alabilirsem hayatımda başka hiçbir şey istemeyeceğim. Ha o noktada "zirvede bırakmak" isteyip, ölmeyi dileyebilirim zira biliyorum o şeyi hayatıma yayacak kadar şanslı manslı biri de değilim. Neyse söz konusu Pornopop ve bu albümken, son zamanlarda bu ülkenin yetiştirdiği en başarılı insan topluluğudur demek yanlış olmayacaktır diye düşünmekteyim. Daha belirgin vokaller, anlaşılan veya en azından ne olduğu bilinen bir dile ve dolayısıyla İzlandik dilinden anlayanların istediğinizde size ne olduğunu anlatacakları sözlere sahipler. İnişleri çıkışları ile dinleyeni kendine aşık eden bir albüm bu. Şiddetle dinleyiniz.


10- iLiKETRAiNS - The Christmas Tree Ship EP

EP bu evet, ama öyle olması albüm olmadığı anlamına gelmiyor elbette. Aslında bu grubu ilk dinlediğimde o kadar da fazla bir yer edinmemişti bende ve fakat Aralık'ın ilk günlerinde bu EP'yi dinlemeye başladım ve bir süre dinledim. Albümdeki Friday - Everybody Goodbye tek başına bu listeye sokabiliyor The Christmas Tree Ship EP'ini. "O nasıl bir şarkıdır?!" diye sormak istiyorum size. Dinleyin de söyleyin.

11- Ef - I Am Responsible
12- Bersarin Quartett - Bersarin Quartett
13- Bon Iver - For Emma, Forever Ago
14- Marché La Void - Cacophonia
15- De La Mancha - Atlas
16- Beach House - Devotion
17- Parenthetical Girls - Entanglements ( Reset'teki yazım )
18- Air France - No Way Down
19- Downliners Sekt - The Saltire Wave
20- Plants And Animals - Parc Avenue
21- Tapes 'n Tapes - Walk It Off
22- Spangle Call lilli Line - Isolation ( Reset'teki yazım )
23- Little Joy - Little Joy
24- Au - Verbs
25- Your Infamous Harp - Prah Suomafni Ruoy ( Reset'teki yazım )

0 saçmalayan daha çıktı: