Hiçbir şey yaşamadığım ama çok şahane yaşıyor gibi yaptığım zamanlarımdan birindeyim yine. Hayatım işten eve evden işe ve hatta alışveriş mekanlarından birkaç mekana gidip gelmekle geçiyor. Eve geliyorum bir şeyler okuyorum güya. Aklım almıyor. Aklım almıyor mu yoksa artık bir aklım hala var mı onu bile bilmiyorum bazen.
Geçen Cuma The Dark Knight'a gittik anlık bir istekle. D. çok istiyordu zaten. Ben de gaza geldim, yapacak daha iyi bir şey yokken gidelim dedim. Öyle çok super kahraman hikayeleri sevmem ben. Fantastik kitaplardan, filmlerden pek hoşlanmam. Bilim kurguyu ise severek okumam ama izlerim her nasılsa. Ama Batman'in yeri apayrıydı. Küçükken bir akşam vakti anne babamın beni götürdüğü Batman filmini anımsadım. Girişte nasıl da heyecanlıydım böyle bi süper kahraman izleyeceğim diye. Halbuki cidden de sevmezdim Superman denen adamı da. Madem bu kadar güçlüsün ve yüzbin tane süper marifetin var, ne diye koca buz kütlelerini yerinden koparıp Afrika'ya atmazsın da ufak tefek gerizekalı New York hikayeleriyle uğraşır durursun diye hayıflanırdım da bol bol. Sonradan birilerinde de aynen bu düşüncelerin olduğunu görmüştüm. Çok şaşırmıştım sanki o zamanlar düşündüğüm şeyler çok özel ve herkesin düşünemeyeceği şeylermiş gibi. Salakmışım.
Her neyse konumuza dönelim. Batman'i Michael Keaton'la, Joker'i de Jack Nicholson'la sevmiştim ben. Hatta heyecn yapıp tekrardan gitmiştim filme mutlu mutlu. SOnraki Batman'lere ise sevmediğim süper kahraman muamelesi yaptığımdan hayatım boyunca tek Batman filmi izlemiş ve süper kahraman kotasını doldurmuş olarak devam etmiştim geçen Cuma'ya kadar. Bu filmi sevmiş olmamın sebebiyse aslında filmin açık seçik Batman değil Joker filmi olmuş olmasıydı gözümde herhalde diye düşünüyorum Jack Nicholson'dan bile kat kat daha iyi, derinlikli bir Joker vardı karşımızda. Siyah-beyaz moronik melodrama karakterler de daha azalmıştı bir de. Gidiniz ve Heath Ledger denen rahmetlinin ne kadar harika bir iş çıkardığını, Christian Bale'ın ise (kendisi benim evrenimde Patrick Bateman olarak anılıyor) Batman kostümü içinde nasıl sinir bozucu bir ses tonuna ve korkunç görünen dudaklara sahip olduğunu görünüz diyorum ben.
Onun dışında, İstanbul'a biletimi aldım geçen gün artık klasikleşmiş, ders sonrası Starbucks'ta Kahve ve Gazete adlı en sevdiğim arkadaşlarımla geçirdiğim birkaç saatten sonra. Yoktu aklımda ama bir anda Varan yazısını görünce karşıda, girdim ve aldım bir çırpıda. Cumartesi akşamı orada olacağım plana göre. Geçen sene de Ağustos'ta gitmiştim İstanbul'a hatırlanırsa. Bugün de kardeşim G. ile Tunus'tan aşağıya doğru inerken, gözümün önüne geçen sene tam da bu aralarda bilet aldığım vakit tam o caddeden yine kardeşim G. ile aşağıya doğru inerken biriyle yaptığım telefon konuşması geldi. O zamanki heyecanlanmalarımı düşündükçe garipsiyorum. O zamanda yaşayan sanki ben değilmişim gibi geliyor ve evet nasılsa aklıma geldi ama hala ellerime bakıyorum sabah uyandığımda ilk iş olarak (tam şu anda da Björk "He offers a handshake, crooked five fingers, they form a pattern, yet to be matched" diyor). Neyse.
Tüm bunlar olurken, Pink Elephant'ımın sonuncusunu konserde içmek üzere saklama kararı aldım. Çok erdemli bir karar bu tabii. herkes bu kadar kolay ve rahatça alamıyor böyle ciddi kararları.
Björk kadar güzel kendimi fiade edebilseydim, hayatımda başka ihtiyaçlarımı umursamayabilirdim gibi geliyor kendisinin Vespertine'ini dinlerken. Sonra kendimden utanıyorum beni benden daha iyi anlatabilen biri olduğu için. Halbuki güya, en iyi yaptığım şey buydu bir zamanlar. Yine sustuğum zamanlardayım herhalde. O halde Björk yazsın benim yerime:
iwillwadeouttillmythighsaresteepedinburningflowers
iwilltakethesuninmymouthandleapintotheripeairalivewithclosedeyes
todashagainstdarkness
inthesleepingcurvesofmybody
ishallenterf i n g e r sofsmoothmasterywithchastenessofsea-girls
willicompletethemysteryofmyfleshwillicompletethemysteryofmyflesh
myflesh
la la la la la la la la la la la la la
sesli meram 484 -- հանգուցավոր
1 gün önce
0 saçmalayan daha çıktı:
Yorum Gönder