Her şeyin ne gerektiği ne de gerekmediği gibi gittiği bir günün sonunda evin sokağında eve doğru yürürken, karşıma çıkan üç şey günün anlamsız tadını alabildi.
Biri bana doğru koşan minik bir kediydi. Kendisinden büyük kulakları ve uzun tüyleri vardı. Onu severken epeyce gülümsedim, mutlu oldum. Kediler harika yaratıklar zaten. En berbat zamanlarımda bile, herhangi bir kedinin hareketlerini izleyerek gülümseyebiliyorum mesela. Bu bile onları harika olarak nitelemeye yeter.
Sonraysa bizim sokakta sahibiyle sabah yürüyüşlerine arada sırada tanıklık ettiğim ve bugün adının Venüs olduğunu öğrendiğim bir adet husky vardı; onnu gördüm sahibiyle yine. Bu sefer akşam yürüyüşüne çıkmışlardı. Venüs hanımefendi pek bir mağrurdu ama adını söyleyince üstüme atlamaktan kendini alamadı. Huskylerin yüzündeki o donuk ifadeye rağmen, nasıl bu kadar çocuk gibi sevimli görünebildiklerine hep şaşırmışımdır. Tabii bir de sahiplerinin sıcak yaz günlerinde soğuğa programlanmış bir köpekleri aldıklarından dolayı vicdan azabı çekip çekmediğini sorgularım hemen akabinde. Yazık çünkü bu sıcakta ben üstümde minik bir elbiseyle bu kadar bunalıyorken, eksi derecelerde korunmak için kendilerinde varolan o tüylerden nasıl bunalmıyorlar? Bunalıyorlar tabii işte... Yazık o yüzden.
Kedicikten sonra bir de Venüs hanımefendiyle hoşbeş ettim ve yüzümde komik bir gülümsemeyle yoluma devam ederken, birkaç adım sonra 7-8 yaşlarındaki bir kız çocuğunun elinde ufak bir top gördüm. Avuçlarının içinde tuttuğu bu topu mıncıklayıp, karşısında duran 10-11 yaşlarındaki erkek çocuğuna bir şeyler söylüyordu. Şöyle dedi tam ben aralarından geçerken kısık gözler ve korkutucu olmak için garip bir şekle soktuğu sesiyle:
"Bu topla seni çöpe fırlatacağım. Çok canın yanacakkk!"
O an bu cümleler bana o kadar sevimli ve komik gelmiş olmalı ki, kıza dönüp istemsizce, gözlerimi kısarak "Uuuuuuu çok korkuuunç!" dedim yine gülümseyerek. İki çocuk da bana baktılar kocaman güldüler. Süper hiper hissettim bir anda. O mutlulukla 15-20 adımda apartmanın kapısına vardım. O 15-20 adımda ise uzun süredir kulaklarımda müziğim olmadan dışarda adım atmadığımı ve aslında hayatın ben yürürken etrafımda olan biten kısmını kaçırdığımı farkettim. O kadar kendime dönmüşüm ki, yanımda birisi yokken tek başıma etrafta dolanmaya çıktığımda veya bir yerden bir yere giderken en az yürümemi sağlayan ayaklarım kadar normal bir uzvum haline gelmiş kulaklıklarım. Daha dış dünyaya adımımı atmadan kocaman çantalarımdan kulaklığımı ve iPod'umu bulma çalışmalarına başlıyor, sonra onları istediğim konuma getirmeden dış mekanlara çıkmıyormuşum. Çıkınca da kocaman bir köpük baloncuğun içinde hayatı film tadında, fon müzikleriyle algılıyormuşum. Ama bunu yaparken tamamen kurguladıklarım varmış algıladığım. Aslında algıladıklarım kurgularımmış ve gerçekle kurgularımın alakası yokmuş. Hayat gerçekte, adım başı gülümsetebilen bir şey olabiliyormuş arada sırada. Mutlu oldum kendimle ilgili bunu keşfedince. Bundan sonra kulaklarımı içime değil dış dünyaya kabartacağım sanırım bir süre daha.
Kontrollü ve şartlı değil de rastgele gülümseyeyim biraz da. Hem Sigur Ròs ne demiş bir şarkısında:
"the peace was gone
balance leaks out
i fall down
slide forward
through my head
i always return to the same place
total silence
no answer
(but) the best thing god has created
is a new day"
Tam olarak şu şarkısında hatta.
sesli meram 484 -- հանգուցավոր
1 gün önce
2 saçmalayan daha çıktı:
bu söylediklerin sigara içmek dumanını da içine çekmek,genelde pek ayık olmayacak kadar içmek, sürekli yemek pişirmek ve onları zorla yemek/yedirmek, uyumak uyumak uyanınca yine uykuya dalmak, düş görmek sonra uyanınca bütün gün düşlerinden bahsetmek ve yeter dedirtmek, bir de, hep konuşmak ama karşısındakinin cümlelerini merak etmemek ya da dinlememek konusunda biriken bir sürü gözlemin üstüne fitil görev gördü yani. çok teşekkür edeyrum :)
Hmm neymiş o gözlemler merak ettim. Ayrıca, ne demek efenim :)
Yorum Gönder