Sparklehorse dinliyorum... Hatta başlıktaki şaheserlerini... Şaheserlerini diyorum çünkü zaten ismiyle her nasılsa aklımda bir Dali tablosuyla canlanan bu şarkı bitmeyen tekrarlarıyla, yavaşlığı ve olanca hüznüyle yapıştı bana...
Bir kaç (ne bir kaçı! yarın!) gün sonra yolcuyum... 4 senedir gitmediğim İstanbul'a gidiyorum evet. Bazen şaşırıyorum. Biletimi yanımda taşıdığımı bilen Steve her seferinde bana "Look at your ticket! It's in your bag!" diyip hatırlatıyor bu durumu. Bu hatırlatmaları ara ara "I'm boooooored!" şeklindeki isyanlarımı duyunca da yapıyor tabii. Ben alıp bakıyorum salak gibi her seferinde bileti. Uzuuunca bakıyorum hatta; dalıp gidiyorum... Çok ilginç geliyor hala. O yolu en son tek başıma gittiğim zamanı düşündükçe, yol üzerinde nedensizce pek sevdiğim için belirlediğim ve her seferinde gözümün aradığı kıyıda köşede kalmış ağaçları, evleri tekrardan göreceğimi biliyor olmak, bu şarkıyla daha da anlamlı geliyor... Acaba onları tanıyabilecek miyim? Acaba onları görebilecek miyim? Bunlar da merak uyandıran sorular tabii...
İstanbul'a adımımı yine Gümüşsuyu'nda yapacak olmam (Kozyatağı civarındaki servise binme kısmını saymazsak tabii; neden saymıyorsak?! -anlamı olmadığından mıdır acaba? hmmmm...) bir yana, sırtımda çantam ile yol aldığım ilk rota da İstiklal Caddesi olacak... Orada beni çağıran bir şeyler var, biliyorum. Her seferinde küçüklüğümden beni belimde bir ip varmış da bir şeyler de beni oraya çekiyormuş gibi hissetmemin bir nedeni olmalı ama değil mi?
"Dolls"'u çağrıştırdı bu da... Aman aman... Zaten bugün bir "The Fountain"dan bahsedeyim dedim Dilara'ya, ortalık yerde ağlayacak gibi oldum, zor tuttum kendimi.
Her neyse... Bu sefer, İstanbul'u ben henüz oraya varmadan benim için temizleyip düzenleyecek ve böylece bana hazır hale getirecek olan biri (13 mü deseydim acaba?) var orada. Kulağımızda splitterla ikiye bölünmüş kulaklıklarla İstiklal Caddesi'nde dolaşmanın çok farklı hisler yaratacağını bildiğim birisi... İkiye bölünmek ne güzel bir şey eğer diğer parçan yanında duracaksa... Ama bölünmüş olmanın da bir nedeni var ise eğer, yan yana durmak olmamalı sanki... Hayat öyle bir şey değil gibi geliyor her seferinde.
Yine her neyse... Dalmak istemezken ben konulara, bir şeylerin tutup tutup beni kolumdan (veya evet yine o belimdeki ipten) aşağılara çekmesi beni Stella mı yapıyor acaba? "Stella was a diver and she was always down" diyen Interpol kulağımda her başlangıç yaptığında, neden beni anlatıyormuşçasına dinliyorum o şarkıyı anlamış değilim veya çok güzel anlamış değilim taklidi yapıyorum.
Bu noktada aklıma hemen zamanında bir doktorun bana "Bir kez daha olursa bu, o zaman kalıcı olabilir dikkat et" dediği bir an geliyor. Dikkat etmek istiyorum tabii ama olmuyor... Bazen soğuk yüzüne yüzüne vuruyor insanın; soğuğu severim işte... Ne yapabilirim ki...
İçinde kırmızı bir oda olmayan bir rüya diliyorum herkese.
So it goes...
sesli meram 483 -- հոգաբարձու
1 hafta önce
0 saçmalayan daha çıktı:
Yorum Gönder