Cumartesi, Şubat 01, 2014

Mutual Benefit - "Advanced Falconry"

Aylar sonra şuraya bir post girmeye değecek bir şeyle karşılaştım. Aslında önceden de değecek zilyon şey varken tembellikten ve elimdeki mobil aletlerle blogger'la uğraşmaya üşendiğimden tek kelime etmiyordum edeceğim varsa da ama bu sefer hazır bilgisayar başındayken blogger'a post edeyim dedim.  Ben çok sevdim. Kalorifere yapışık yaşam formları olarak hayatımıza devam etmek istediğimiz zamanlardayız. İçimizi ısıtacak bir şeyler her zaman bulunmuyor. Dinleyin.



Cuma, Mayıs 17, 2013

Rhye - The Fall

Yüzyıldır yeni/eski gruplarla ve müzikle ilgili adamakıllı bir şeyler araştırıp, yazıp, çizmediğim için artık onlarla ilgili ayrıntılar vermekten imtina eder olmuşum. Çünkü muhtemelen burayı hala takip eden bir avuç insan benden çok daha iyi takipteler piyasayı. O yüzdendir kısa kısa videolar, şarkılar paylaşıp sadece bendeki izdüşümlerine değinişim.

Neyse uzatmıyorum. Kardeşim G. geçen gün "hastası" olduğu bir şarkıyı dinletti bana. LA'den çıkan bu Kanada ve Danimarkalı ikilinin diğer şarkılarını dinlemedim ama The Fall'u öyle sevmişim ki lk dinleyişte, gün içinde defalarca açıp dinliyorum. Şarkı piyanosuyla, ritmiyle La Ritournelle'i anımsattı; belki de ondan. Klibi ise bittersweet bir tat bırakıyor her izleyişte. Yaşadığı gel-gitler, gençliğin spontanlığına duyulan özlem ve yaşlanmanın mıymıylığı hepsi bir arada.




Çarşamba, Mayıs 15, 2013

Eluvium - Don't Get Any Closer

Aynı hissiyatları takip ettiğimizden emin olduğum pek yetenekli Matthew Robert Cooper'ın projesi, 2007'den beri kalbimin en güzel yerlerini parsellemiş Eluvium'un gözlerde manasız dalışlara sebebiyet veren, hayatı yavaşlatan Don't Get Any Closer'ı hemen aşağıda. Nightmare Ending adlı yeni albümü henüz dinlemedim ama bunu dinledikten sonra hayal kırıklığına uğrama şansımız yok gibi.


Cuma, Nisan 19, 2013

Mispis - INFERNO

Uzun süredir bir şeyleri post ederken buraya, bu kadar heveslenmemiştim. S. bana bu grubu tanıttı az önce, sağolsun. Ülkede böyle müzik yapabilen kaç grup var acaba? Kendileriyle ilgili daha ayrıntılı bilgi edinene kadar ben, siz bununla idare ediverin.


Pazartesi, Nisan 15, 2013

dflyitboam

Dünyanın en hüzünlü anlarının adeta başkenti olan bu şarkıyı yaratan Mark Linkous. Keşke zamanında otursaydık senle iki kişi, bir masa. Sen anlatsaydın. Ben dinleseydim. Sen sussaydın, ben yine dinleseydim. Dinleseydim de, son 3 senedir sen her aklıma geldiğinde bu şarkıyı açıp hüzünlenip, gözyaşı akıtmasaydım.



Pazar, Nisan 14, 2013

Deerhunter - Monomania (@Late Night with Jimmy Fallon)

Bir de tabii canım Deerhunter ilk dinleyişte çok ısınamadığım ama Jimmy Fallon'daki performansıyla beni kendine bağımlı eden Monomania'sıyla manasızca beni mutlu ediyor. Albümü henüz dinlemedim zira şu an indirmeye başladım. Bir de eski basçıları Joshua Fauver ise aslında bence gruptan ayrılmadı; kendisi Pink Elephant içerek, biramı arada yudumlayarak kalbimde çalıyor.


"You should feel what I feel"




Bir süredir şu videodaki gibi bir konserde hayal ediyorum kendimi. Geçen gün sporda, koşu bandı üzerinde beni o andan koparıp, zamanın nasıl geçtiğini unutturacak bir şeyler ararken denk geldim. Yürürken, koşarken, neredeyse gözümü her birkaç saniyeliğine kapadığımda, binlerce insanın içinde kaybolmuş halde, ellerim havada, epilepsi krizine sokabilecek kadar fazla ışık ve sesin içimden geçip gittiği bu hayali kurarken tüy gibi hafifliyorum.

Bu ara güzel yeni müzikler dinlemek istiyorum. O yüzden buralar hep tavsiye ile dolsa? Sonra dinleyip yine bir şeyler yazacağım, söz.

Bir de Daft Punk, bokunu çıkarma. Şu albüm çıksın artık. Yeter.

Pazar, Mart 24, 2013

"Nobody will miss it"



Aslında sevecek onca şey varken, kişiliğimizi ancak nefret ettiklerimizle en iyi ifade edip şekillendirdiğimizi düşünmemiz ne büyük bir yanılsama. Aklıma geldi ve twitter'a yazıp çöp edeceğime, burada dursun istedim. Belki ilerde geri dönerim buna.

Geçen hafta çok güzel bir şey oldu ve Sigur Rós'u canlı canlı 2 Temmuz'da izleyebileceğimiz haberini aldık. Aslında sağolsun twitter'den Nordik diyarlarda oturan bir arkadaşım, oralardan grubun bu yaz ülkede olacağını bana haber vermişti. Şimdi dualar ediyorum ki yeni albümleri o en sevdiğim eskiler gibi olsun ve hatta mümkünse o albümlerden bol bol çalsınlar konserde ki yıllardır birikmiş heyecan ve hevesim kursağımda kalmasın. Bana bir Popplagið çalsalar yeter gerçi ama.



Sigur Rós'u bir kenara bırakırsak -ki eskiden olsa bir kenara bırakmak bir yana, başımın üstünden indirmez, onlarla başladığım cümlelerimi onlarla tamamlar, koca bir blog postunu o şekilde sonlandırırdım ama- hiçbir şeyle ilgilemediğim, sadece işe güce daldığım, en büyük derdimin kendime zaman ayırıp iki dolaşıp, bir iki bir şeyler okumak olduğu, salt kendim için bir şeyler yaptığım, bir şeylere üzülmek ve kafamı onların anlamlarını bulmaya yorduğum dönemleri geride bırakıp, "madem şu boktan ve had safhada sıkıldığım dünyada yaşayacağız, o zaman yaşayalım" dediğim bir yerdeyim. Önümdeki tabağı seyredip, çatalla yiyeceklerle oynayıp düşünmüyorum artık; yiyorum. Mesela eskiden kendimle ilgili farkındalıklarımı bir fotoğrafı gördükten, bir şarkıyı dinledikten, bir albümü bitirdikten veya bir sohbetten sonra fark ederdim. Fark ettiklerim üzerine de sesli düşünüp, düşündüklerimi buraya yazardım. Şimdi fark etmekten değil de, birilerinde veya bir şeylerde kendimi bulmaklardan geçmiş bir haldeyim. Fark etmekten hiçbir zaman bıkmayacağım ama farkındalık peşinde koşma dönemlerimde buralarda sıklıkla andığım, ben tanışırken burayı takip edenlerle de paylaşayım dediğim her şeyden ve dahi bu eylemden sıkıldım. Hatta geçende de twitter'da da şöyle bir şey yazmıştım:
Belki de her şeyin sebebi bu. Paylaşa paylaşa elimde ne kadar az şey kaldığını görmekten, sözlerimin ardındakileri ilerde deşifre edip hatırlamak üzere buraya şifrelemekten, arayışlarıma birilerini dahil etmekten yoruldum. O sebeptendir ki artık paylaştıklarım o site bu site, o haber bu blog postu olmaktan öteye geçemiyor. Paylaştıklarımla ilgili de paylaştığım mecralarda zerre ciddi bir yorum da yapmıyorum. Son birkaç senedir eğer kaskatı, parçalara ayrılmadan durabildiysem, hayatımdaki tüm bu değişimlerin karşısında sanki başkasının yaşadıklarıymışçasına izleyici gibi durabildiysem, hep buraya bir şey yazmayışım, kimseyle kendi içimi paylaşmayışım sayesinde oldu diye düşünüyorum. Sonuçta manik depresifliğin lüzumu yok.

Bu da güzel olmuş.



Bir blog post'unu daha Sigur Rós'la kapattım. That can't be good.

Pazartesi, Ekim 08, 2012

Radiohead @Austin City Limits

İlaç gibi setlist.

Bloom
The Daily Mail
Myxomatosis
Morning Mr. Magpie
The Amazing Sounds of Orgy
Staircase
Identikit
There There
Feral
Idioteque
Paranoid Android

Watch Radiohead on PBS. See more from Austin City Limits.

Cumartesi, Ekim 06, 2012

Arvo Pärt - Spiegel im Spiegel

Az şey var Spiegel im Spiegel gibi güzelliğini sadelikten alan. Keşke ben de öyle olsaydım deyip, bu şarkıyı (şarkı demek hakaret aslında) kıskanıyorum yine bu gece.

Pazartesi, Nisan 30, 2012

Lotus Plaza - Spooky Action at a Distance

Az sayıda müzisyen/grup var aslında dinlemeyi hayatta bırakmam diyebileceğim. Çok müzik dinlediğim vakitlerden sonra, müzik konusunda ince eleyip sık dokuduğum şu son 1,5-2 yılda geriye kalanlara bakınca fark ettim bunu da. Deerhunter da bu gruplardan biri oldu. Yani öyle bir müzik ki onlarınki, dinlerken en iyi terzilerin ruhen ve fiziken sadece bana uygun tasarlayıp diktikleri kıyafetlerin içindeymişim gibi hissediyorum. Bir ara bu hayranlığım öyle bir boyuta gelmişti ki, bu blogun Radiohead/Deerhunter karışımında ibaret bir blog olmasından endişelenmiştim.

Lafın kısası gruba karşı bu hayranlığımın sebebi sanırım üyelerinin her birinin gerçekten çok hünerli oluşu. Deerhuner albümünü dinliyorum mutlu oluyorum tam yeni başka bir şeyler dinlemeye başlayacakken, Bradford Cox'un Atlas Sound'u yeni bir şeyler yapmış ona başlıyorum. Sonra o bitiyor, bu sefer de Lockett Pundt başlıyor. Bu haftasonu da Lockett Pundt'ın son albümünü dinledim. Yine son zamanlarda dinlediğim en kafa açıcı, en kaliteli ve aydınlık müziği yapmış, onu farkettim. Şaşırdık mı? Tabii ki hayır.

Kendisini zaten grubun diğer üyelerinden ayrı severim zira sevimlilik ve canayakınlıkta onları Deerhunter olarak izlediğim konserleri öncesi dikkatimi çekmişti. Gitarı mitarı bırakıp yanıma gelmiş, kırk yıllık arkadaşmışız da Viyana'da karşılaşmışız gibi mutlu, huzurlu sohbet etmiştik. 2009'daki ilk solo albümü The Floodlight Collective de yaratıcısı gibi kafamı dinlemek istediğim zamanlarda bana gerekli huzuru sağlamış bir albüm olmuştu. Lotus Plaza isminin ilk harflerinin sırrına erişen 13melek'in oluşum hakkındaki yazısının üzerine de şimdilik bir şey demeye gerek duymuyorum. En fazla görüp artırıyorum ve şuracığa koca bir konser bırakıyorum.

Cumartesi, Nisan 21, 2012

"your picture out of time left aching in my mind"

Ne zaman kulaklarımı dinlediğim diğer şeylerin kirinden pasından arındırmak istesem, birkaç grup/albüm/şarkı imdadıma yetişir. Bu şarkı da onlardan biri. Hatta öyle ki, kendisine tahsis ettiğim içimdeki o odada birkaç şarkı daha var; kalbime iki dakika yürüme mesafesindeler.

Pazartesi, Nisan 16, 2012

Radiohead - Coachella 2012

Varlığım varlığına armağan olsun.

Salı, Nisan 10, 2012

My Brightest Diamond @saloniksv


Zamanında dinleyip dinleyip ağladığım, üzüntüden sesimi çıkaramadığım, kendi içime en kapandığım, buralarda en çok yazıp, aslında hiç konuşmadığım döneme ait Shara Worden ve müziği.

Meğerse benim o dönemki halim gibi sesi güçlü ama kendisi kırılgan. O dönem onun şarkılarını özellikle de Gone Away / The Good & the Bad Guy / We Were Sparkling üçlüsünü, şarkıların içinde kaybolup, hiçbir şey için açmak istemediğim ağzımı sonuna kadar açıp, bağıra çağıra, bazen evde tek başıma bazen de insanların ortasında onları da garip anlarıma dahil ederek söyledim durdum.


Hiç aklıma gelmezdi bir gün ona bu anlardan bahsedeceğim; ifadesiz kaldığım bu gibi anlarda sesim olduğunu anlatacağım; ben ona bunları anlatırken gözleri dolup ellerimi tutacağı; ellerimle yüzünü tutup kocaman gülümseyeceğim.

Ama oldu. Birkaç gün önce.

Ve bir de o an, o şarkı.

Pazar, Nisan 01, 2012

"Say my name whisper it"

Nasıl ki yaşadığımızın toprağın altında kaybolanları bulmak için arada bir kazı çalışması yapmak gerekiyor aynısını zihne de yapmak lazım. Zihnin derinliklerinde kaybolmuş anılar, o an bize ne hissettirdiyse, şu an da onu hissettirebiliyor. Tarihi bir esere dokunup, onun neler görüp geçirdiğini hissetmeye, anlamaya çalışmak gibi, anıların yapıştığı anlarda neler hissettiğimizi düşünmek, şimdilerde yaşamanın bir anlamı kalmadığı zamanlarda en büyük hazinemiz haline gelebiliyor. Unutmak kötüdür evet ama sırf sonra unuttuklarımız karşımıza çıktığında yaşadığımız tarifsiz hissiyatlar sayesinde iyidir de. Bir yaşanmışlık, bir kişi, bir şey unutulabilir belki ama o anı, o kişiyi, o şeyi, bizi oraya götürenlerle birlikte unutabilmek, ciddi bir hafıza sorunu yok ise kişinin istese de başaramayacağı bir şey. Bunun için şükretmek gerektiğini düşünüyorum.

O yüzden evet, unutmak, sonradan farkına varmadan ama her nasılsa bilerek bir yerlere serpiştirdiğimiz kırıntıları takip ederek hatırlamak koşuluyla dünyanın en güzel şeyidir bazen.

Deer Stop by Goldfrapp on Grooveshark