Aslında sevecek onca şey varken, kişiliğimizi ancak nefret ettiklerimizle en iyi ifade edip şekillendirdiğimizi düşünmemiz ne büyük bir yanılsama. Aklıma geldi ve twitter'a yazıp çöp edeceğime, burada dursun istedim. Belki ilerde geri dönerim buna.
Geçen hafta çok güzel bir şey oldu ve Sigur Rós'u canlı canlı 2 Temmuz'da izleyebileceğimiz haberini aldık. Aslında sağolsun twitter'den Nordik diyarlarda oturan bir arkadaşım, oralardan grubun bu yaz ülkede olacağını bana haber vermişti. Şimdi dualar ediyorum ki yeni albümleri o en sevdiğim eskiler gibi olsun ve hatta mümkünse o albümlerden bol bol çalsınlar konserde ki yıllardır birikmiş heyecan ve hevesim kursağımda kalmasın. Bana bir
Popplagið çalsalar yeter gerçi ama.
Sigur Rós'u bir kenara bırakırsak -ki eskiden olsa bir kenara bırakmak bir yana, başımın üstünden indirmez, onlarla başladığım cümlelerimi onlarla tamamlar, koca bir blog postunu o şekilde sonlandırırdım ama- hiçbir şeyle ilgilemediğim, sadece işe güce daldığım, en büyük derdimin kendime zaman ayırıp iki dolaşıp, bir iki bir şeyler okumak olduğu, salt kendim için bir şeyler yaptığım, bir şeylere üzülmek ve kafamı onların anlamlarını bulmaya yorduğum dönemleri geride bırakıp, "madem şu boktan ve had safhada sıkıldığım dünyada yaşayacağız, o zaman yaşayalım" dediğim bir yerdeyim. Önümdeki tabağı seyredip, çatalla yiyeceklerle oynayıp düşünmüyorum artık; yiyorum.
Mesela eskiden kendimle ilgili farkındalıklarımı bir fotoğrafı gördükten, bir şarkıyı dinledikten, bir albümü bitirdikten veya bir sohbetten sonra fark ederdim. Fark ettiklerim üzerine de sesli düşünüp, düşündüklerimi buraya yazardım. Şimdi fark etmekten değil de, birilerinde veya bir şeylerde kendimi bulmaklardan geçmiş bir haldeyim. Fark etmekten hiçbir zaman bıkmayacağım ama farkındalık peşinde koşma dönemlerimde buralarda sıklıkla andığım, ben tanışırken burayı takip edenlerle de paylaşayım dediğim her şeyden ve dahi bu eylemden sıkıldım.
Hatta geçende de twitter'da da şöyle bir şey yazmıştım:
Belki de her şeyin sebebi bu. Paylaşa paylaşa elimde ne kadar az şey kaldığını görmekten, sözlerimin ardındakileri ilerde deşifre edip hatırlamak üzere buraya şifrelemekten, arayışlarıma birilerini dahil etmekten yoruldum. O sebeptendir ki artık paylaştıklarım o site bu site, o haber bu blog postu olmaktan öteye geçemiyor. Paylaştıklarımla ilgili de paylaştığım mecralarda zerre ciddi bir yorum da yapmıyorum.
Son birkaç senedir eğer kaskatı, parçalara ayrılmadan durabildiysem, hayatımdaki tüm bu değişimlerin karşısında sanki başkasının yaşadıklarıymışçasına izleyici gibi durabildiysem, hep buraya bir şey yazmayışım, kimseyle kendi içimi paylaşmayışım sayesinde oldu diye düşünüyorum.
Sonuçta manik depresifliğin lüzumu yok.
Bu da güzel olmuş.
Bir blog post'unu daha Sigur Rós'la kapattım. That can't be good.