Salı, Ekim 30, 2007

Sigur Rós

Bazen diyorum ki kendi kendime, bu grubun müziğini sadece kulaklarla algılayabiliyor olmak bile yeteri kadar aciz hissettiriyor ve insanı "engelli" hale getiriyor.

İstiyorum ki onların müzikleri kadar güzel bir tat olsun, onları dinlerken tadayım...

İstiyorum ki onların müzikleri kadar büyüleyici bir resim olsun, onları tadarken ve dinlerken izleyeyim...

İstiyorum ki onların müzikleri kadar kaliteli bir kumaş olsun, o kumaştan elbiseler dikeyim kendime, bir yandan yiyeyim, bir yandan izleyeyim bir yandan tenimde hissedebileyim...

İstiyorum ki onların müzikleri kadar sürükleyici bir koku olsun, o kokuyu her gün baştan aşağıya sıkayım, bir yandan onları yiyeyim, bir yandan giyeyim, bir yandan izleyeyim, bir yandan da koklayayım...

Pazar, Ekim 28, 2007

just might

"i’m gonna make a mistake
i’m gonna do it on purpose
i’m gonna waste my time
cuz i’m full as a tick
and i’m scratching at the surface
and what i find is mine
and when the day is done, and i look back
and the fact is i had fun, fumbling around
all the advice i shunned, and i ran
where they told me not to run, but i sure
had fun, so
i’m gonna fuck it up again
i’m gonna do another detour
unpave my path
and if you wanna make sense
whatcha looking at me for
i’m no good at math
and when i find my way back,
the fact is i just may stay, or i may not
i’ve acquired quite a taste
for a well-made mistake
i wanna mistake why can’t i make a mistake?
i’m always doing what i think i should
almost always doing everybody good
why-
do i wanna do right, of course but
do i really wanna feel i’m forced to
answer you, hell no
i’ve acquired quite a taste
for a well-made mistake, i wanna
make a mistake, why can’t i make a mistake
i’m always doing what i think i should
almost always doing everybody good
why-"

bakalim pek mejhur "yunivors" kardej bu konuda bana yardim edicek mi
veya kostek olcak mi

Salı, Ekim 23, 2007

İçeride bir şey unuttum...

Evet, sanki bir süreliğine alıp başımı terkettiğim mekana geri dönmüş ve unuttuğu şeyi aldıktan sonra tekrar gidecekmiş gibi hissettim.

Yazıyorum çünkü anlamadığım bir şeyler var Türk insanıyla ilgili... Aylardır bir yürüyüş trendidir gidiyor. İktidara karşı başlayan bu yürüyüşler sonunda sandık ki adam gibi bir seçim yapılacak ve o seçimle daha düzgün ve şeffaf bir yönetime kavuşacağız. O kadar insan galeyana gelip de Anıtkabir'e yüründüyse tabii bir şeyler değişir dedik. Ama tabii yürümekle bitmiyordu iş, kimse bu gerçekle yüzleşmek istemedi.

Yokmuş öyle bir şey; acı bir şekilde deneyimledik Temmuz ayının üçüncü haftasında. Türkiye'nin diğer bir yüzüyle istemeye istemeye tanıştık yine yeniden. Bunların hemen akabinde cumhurbaşkanı seçimi oldu. Orada da AKP durumu 3-0 yaptı (2003 seçimleri 1-0 bitmişti, 2007 ile 2-0 oldu, bu da 3-0 işte) kendi evimizde deplasmandan beter yenilgiye uğradık ama Ortaçgil'in "bu su hiç durmaz"ı gibi "bu maç hiç bitmez" diyoruz şimdilik aptal bir optimizmle.

Bu kadar şeyden sonra şimdi dışarıda yine bir kalabalık var. Hatta bakın sokağınıza pencerenizden başınızı çıkarıp. Tüm Türkiye'de insanlar yine sokaklara döküldüler. Ellerinde bayrakları orada burada sloganlar atıp duruyorlar... Bağırıyorlar öfkeyle terörizm karşıtı sözler söyleyerek. Dün de böyle bir konvoy vardı Ankara'nın güzide mekanı 7. cadde'de. Öyle kalabalık bir konvoydu ki sanırsınız Ankara'nın yarısı gelmiş arabalarına atlayıp. Hepsi kornalarına asılmış, pencerelerden, sun-roof'lardan dışarılara sarkıp olanca güçleriyle lanetler okuyorlardı. Korhan vardı karşımda. Sesten ve gürültüden ötürü birbirimize 1 metreden sesimizi iletemediğimiz o 15-20 dakika içinde Starbucks'ta oturan onlarca insan bu sloganlara karşılık verdi destekler şekilde. Biz ise oturduğumuz yerde olayları anlamaya çalışıyor, nasıl bir yere düştüğümüzü düşünüyor olmalıyız ki her fırsatta olayla ilgili yorumlar yaptık birbirimize. Bu yorumlardan bazıları işte beni buraya yazmaya itti de denebilir. Niye derseniz şöyle:

O konvoyda genel olarak genç insanlar vardı. Bir anda hain aklım savaşa ve kana susamış insanların yüzde kaçının askerden kaçmak için planlar yapmış veya yapıyor ve hatta yapacak olduğunu sorgulamaya başladı. Bu beyin gıdıklayıcı düşünceyi oyun hamuruyla oynarmışçasına oraya buraya çekiştirirken, bir bu kadar insanın Anıtkabir'e yürüyüşlerde yer aldığını ve fakat bu yürüyüşlerin amaçlarının tersine sonuç verdiğini de düşünmeye başladım bir anda. İçimdeki bıkmayan sorgulama merkezi bu sefer de Türk insanının tüm enerjisini böyle provokasyonlardan aldığını konu seçti kendine. Tam o sırada vicdanım devreye girdi ve bana"Ben herkesin içindeki en sinir bozucu şeyim. Beni unutma" dedi. "Hah evet!" dedim. "Bu olmalı cevap!" Kendi kendisini yönetemeyen, günlük çıkarımlar ve hesaplarla hayatını sürdürmeye çalışan, sabahtan akşama dizi izlemekten beyni sulanmış, dünyanın hiçbir derdini aklına takmayan, üç kuruş para için iktidara muhalefet olmaya cesaret edememiş insanlarla dolu bu içinde bulunduğumuz ülkenin insanlarının içindeki vicdan olamlı bu gürültü patırtının sebebi. Kanalturk'un "Kaç Kişiyiz" konulu anlamsızlıklarının verdiği fütursuz heyecanla oraya buraya "ben de varım" demek için ve fakat sorulsa ne için olduğuyla ilgili tek kelime edemeyecekleri mesajları atan, "Laiklik" kavramı altında yapılmış ve yapılacak her türlü sömürünün kurbanı olan Türk insanı ne zaman düşünmeyi öğrenecek diye düşündüm kendi kendime. Acaba ne zaman gazetelerimizde "Asalım, keselim" diyen yazarlar azınlıkta olacak, ne zaman vicdanımızı rahatlatmak, kendini sistemi değiştirebilecek bir güçmüşçesine hissedebilmek için değil de, gerçekten bir şeyleri değiştirmeye gönüllü olarak hareket etmeye ve yürüyüşler düzenlemeye başlayacağız. Ne zaman içimizdeki o değişim enerjisini aptal yürüyüşler ve sloganlarla tüketmek yerine, Türk, Kürt, Ermeni, Yahudi ayırmadan bir araya gelmeye, insanları mantık yoluna itmeye çalışıp akılcı çözümler bulmaya çalışacağız. Ne zaman terörist dediklerimizin beyni yıkanan bir avuç insan olduğunu, onların kanını dökmenin "kan davası" kadar saçma bir töreye benzediğini, birilerini öldürmek için ülkemizde o çok tabu olan "Tanrı"dan bile daha büyük olmamız gerektiğini farkedeceğiz. Artık bu yürüyüşlerin, bağırış çağırışların sonucunun hüsran olabileceği gerçeğiyle bu sefer yüzleşmeliyiz çünkü... Ve son olarak, ne zaman, zamanında şu anda hatırlayamadığım bir adamın dediği gibi günümüzün en büyük ahlaksızlığının milliyetçilik olduğunu düşünmeye başlayacağız...

Hala kapalıyız. Bugün git yarın gel.

Çarşamba, Ekim 17, 2007

Excavation


Bir süreliğine kapattım... Her şeyi. Kimseyle iletişmek, kimseyi görmek istemiyorum bir şekilde. İçerilerde bir yerlerde bir kazı çalışması yapıyorum.

Kendime geldiğimde, beni yeniden heyecanlandıran bir şeylerle karşılaşırsam içerilerde, tekrar açılırım belki.

Son olarak

"Evet... Yeniden bir kaosa sürüklenmişlikle boğuşuyorum son zamanlarda... Umarım hasarsız atlatırım diyeceğim noktayı çoktan geçtim haberim olsun."

demişim Ağustos'un son günlerinde o gizli sayfada. Doğruymuş; cidden geçmişim... Geçmiş olsun.

Such Great Heights

Bu yaz, bir ara tam şöyle hissettiğim bir an olmuştu:

"i have to speculate that god himself
did make us into corresponding shapes like
puzzle pieces from the clay"

Bu yaz geçti... Şarkı devam etti... Şimdilerde en çok bu kısmı duyuyorum:

"and true, it may seem like a stretch, but
its thoughts like this that catch my troubled
head when you're away when i am missing you to death"

Unutmayayım diye yine; evet...

Cumartesi, Ekim 13, 2007

"and oh how we..."

Hayatında kimseyi özlememiş olduğunu düşünen ben, ilk kez böylesine birisini özlerken Homesick çalınca arkada The Cure'dan, ağlayabiliyormuş... Kişisel bir not olarak dursun istedim bu burada... Unutmayayım diye.

Cuma, Ekim 12, 2007

We're Fishes...

Arpeggi dinlerken, şarkı bana birilerinin peşinden nereye kadar gidebilirim sorusuna karşılık sınırlarımı gösterirken, tam da o sınırda duruyor olduğumu anladım.

Bu şu demek oluyor: Artık bir adım daha atacak kadar yerim yok. Önümde bir duvar -duvarın ardındakileri hayalgücüm tahayyül edemiyor bile, bekliyorum; duruyorum. Hala eksikliğini hissettiğim şeyleri buraya kadar gelip de bulamamak, onlara yolda bir yerlerde rastlayamamış olmak kötü hissettirse de en azından nerede olduğumu biliyorum. Sınırdayım ve her an bir sınır operasyonu düzenleyip, beni bu noktaya sürükleyen şeyi yokedebilirim. Hem "Why should i stay here?" değil mi? Tıpkı şarkıdaki gibi ve "-ebilmek" ne kadar "ego" dolu bir kip "-ebileceğinize" olan subjektif inancınızı ifade ederken...

Bayramın ilk günü bilincinizi bu şarkı ile açmayın; benden söylemesi... Sonra bir şeylerin peşinden gitmemenin değil de gitmenin çılgınlığın kendisi olduğunu farkedersiniz. Thom gibi dibe vurup kaçmak gibi bir şansınız da olmayabilir. Diplere inerken vurgun yiyip sınırlarınızı aşabilir, olmadık şeylerle karşılaşabilirsiniz.

İstemeyiz bunu değil mi?

Bir de son bir soru:

Aşk denen şeyi bu şarkıyla çocuğuma anlatsam çok mu acımasız olurum her şeyi "spoil" ederek? Hayalkırıklığı bilerek mi yoksa yaşanarak mı deneyimlenince daha üzücü olur?

A.Y.O.T?

Perşembe, Ekim 11, 2007

Alıntı Üzerine Muhtemelen Alıntı ve Fakat Kesinlikle Emprovize Bir Yazı

Bazen bir an geliyor her kelimenin ardındaki geçmişi düşünüyor buluyorum kendimi. Birileri "acaba nereden alıntıladım bu sözcükleri?" diye sorarken, cevap olarak bir anda görünürde farkında bile değilken hiçbir şeyin diyorum ki sakince,

"hep bir yerlerden alıntılıyoruz bir şeyleri sanki ve o kadar dolu bir geçmişle o kadar boş zamanlardayız ki hareket edememekten geriye çengel atarak ilerliyor olduğumuz yanılsamasını yaratıyoruz bilinçli ve çoğu zaman da bilinçsizce gibi geliyor bana."

Sonra düşünüyorum yine, neden aynı şeylerin yaşandığını, neden artık düşüncelerin, sistemlerin tek bir adım daha ilerleyemediğini... O kadar alışmışız ki sırtımızı dayadığımız o güvenli geçmişe, şu anın ve geleceğin oluşturabileceği olasılıkların tüm deliklerini kapıyoruz. Böylece bilinmeyenin riski azalırken, insan düşünmeye gerek duymadan sürdürebileceği ve bunun yerine maksimum fiziksel aktiviteyle geçirebileceği bir "şimdi"ye sahip oluyor. Kendisiyle, yaptıkları, yapıyor oldukları ve yapacaklarıyla ilgili sorunsuz ve vicdanının karmaşık nedenlerden uzakta her şeyden bağımsız bir köşede varlığını sürdürebileceği geleceğin geçmişi, geçmişin geleceği "şimdi"ler yaratabiliyor. Sonra eylemsizliğin içinde bal kavanozuna düşmüş bir sinek gibi battıkça batıyor. Olduğu yerde sayıyor olduğu bilgisine ulaşabileceği bütün yolları geçmişinde kapamış olduğu için bunun farkına da varamıyor tam da planlamış olduğu gibi... Farkına varırsa yaşayamayacak çünkü. Sonra aklım buradan yola çıkıp günümüzün hayatta kalma yöntemlerine doğru ilerliyor. Düşünmemek ve tam bu dediğim yollarla düşünmenin tüm yollarını kapatmanın artık yegane hayatta kalma yöntemimiz olduğunu düşünüyorum. Bundan bir adım sonra da böyle düşünmemi sağlayacağını öngörüp de geçmişimde kapadığım yolların neler olabileceği aklıma geliyor. Artık o sinek değilim derken, onun ta kendisi olduğunu farketmek böyle bir şey midir bilmiyorum...

Aklın ve onun savunma yöntemlerinin kendinden çıkan her şeye uyguladığı sabote etme sistemlerinin sonsuz olduğuna kanaat getiriyorum sonunda.

Susuyorum.

Çarşamba, Ekim 10, 2007

anneee bittiii

buraya obviouslajtirmak istedim
annesinin eteklerinin arkasina saklanan kucuk velet benim evet
terrible angels'da vardi bu
sahi "if every angel's terrible why do we welcome them?"
ayrica neden dunyayi yaratirken sofia coppola'dan daha fazla yardim istememijler?
biraz daha büzüşük renklerde olurmuşuz, abik pembeler fln olurmuş mesela, çikin çikin kahverengiler, vıcığı çıkmış sarılar fln
"buruk ama kesinlikle zavallı değil"leri daha çok daha güzel olurabilirmiş dünyanın mesela bölece

neyse bu gereksiz girişi sallarsak proje daveti yapmak için yazıyorum onu bi söliim
apokalips o may gudnıs isimli film için senaryo parçacıkları alımlarına başladık efenim.

reydiyohediniz de hayırlı olsun benim için mıncıklarken biraz parçalarsan o herifi çok sevinirim :D
ben şahsen bulduğum yerde tokatlayacağımdır kendisini

not: bu yaziyi fonda playground love çalarken dinleyin veya sallayın yuvarlayın

Jigsaw Falling into Place

Sonunda çıktı. Dinledim In Rainbows'u... Henüz bir şey demek istemiyorum ama bu başlığa konu olan şarkıyı dinlemeden ve hakkında buraya bir şeyler karalamadan duramadım. Böyle güzel şarkı yapılır mı ya?!

Thom'un saçlarını karıştırasım var feci halde. "Şöyle yanaklarını da mıncırmak lazım" dedi bir radyokafa arkadaş "diyecektim ben de ama utandım" diye karşılık verdim. Laubaliliğin de bir sınırı var değil mi?

You've got a light you can feel it on your back
You've got a light you can feel it on your back
Jigsaw falling into place

Seviyorum çok!